Bisikletle, Almanya -Lüksemburg-İsviçre Turu Vol.1(2015)
/
Yıl boyunca özlediğimiz yollara kavuştuk sonunda. Bisikletlerimiz, Berlin’de Tibet Çınar ‘ın halasının evinde bizi bekliyordu. Geçen sene tur sonunda ,sarıp sarmalayıp vedalaşmıştık onlarla. Malzemeleri bir yerlere taşımak yolculuğun en zahmetli bölümüdür her zaman.
Yaşadığımız küçük kasaba İznik’in kardeş şehri Spandau’dan start alıyoruz bu yıl. Kaldığımız yerden Spandau’ya gidene kadar yağmur durmaksızın yağıyor. Her ne kadar bisikletleri kurduktan sonra deneme turları yapsak da, asıl deneme tüm yükleri takarak yapılandır. Soner 2 çanta daha eklemişti wehoonun arkasına. Onlar dengeyi bozduğu için gidon ayarlarını değiştirmek dışında bir aksilik olmuyor. Tibet Çınar’ın yağmur pantolonunu giymek istememesini saymazsak her şey yolunda.
İznik Belediyesi’nden bize verilen hediyeleri Spandau Belediye’sine teslim ediyoruz küçük bir törenle.
Almanya 18000 km bisiklet yolu mevcut. Tabelaların sayısı belli değil.Neşamiz yerinde, yağmurda diniyor.Hızımızı alamayıp bisiklet parkurunda downhill bile yapıyoruz.
İlk günümüz bir sürprizle bitiyor. Harika bir çiftlik kampına rastlıyoruz.Sahiplerine ulaşmak zaman alsada yerleşiyoruz sonunda. Çocuklu aileler için düzenlenmiş bir kamp burası.Kaymaklı kadayıf tadında yani.Çiftlikte keyfe gelen Tibet Çınar fotoğraf çekeceğim deyip sarılıyor makinesine.
Almanya bisikletle ulaşamayacağınız ne köy, ne de kasaba yok. Çoğu zaman bisiklete özel yollar olsa da arada da köy yolları da kullanılıyor. Sürücüler bisiklet görünce gözlerini dört açıyorlar, çok dikkatliler bu konuda.
2011 yılında Almanya enerjisinin % 21’ini rüzgar ve güneşten sağlarken bu oran 2014 de % 57 ye çıkmış. Hatta kuzey Almanya’nın enerjisinin % 43’ü sadece rüzgar enerjisi ile sağlanıyormuş. Yenilenebilir enerji alanında 400.000 insan çalışıyor. Bu yüzdendir ki, ülkenin büyük bölümünde mısır ve domates eker gibi ekmişler panelleri ve türbinleri.
Jerichow’a akşam hava kararmak üzereyken varıyoruz. Kasabanın okulunu ve tarihi yel değirmenini gezmekten ger kalmıyoruz. Yorulsak da, hava kararmaya yüz tutsa da, gece kaldığımız köylerdeki, kasabalardaki sokakları arşınlamayı seviyoruz. Yolculuk sessizlik içinde hiç tanımadığınız sokaklarda avare yürümektir bazen.
Araçların yolunun yanında uzanıyor bisiklet yolları.Üst geçitlerle otobanları aşıyoruz.Köylerden geçip yaşamlara, anlara tanıklık ediyoruz.Bu köylerden birinde uzun bir park molası veriyoruz. Anne, baba, 3 çocuk piknik çantalarını almışlar diğer ailelerle buluşmak için çocuk parkını seçmişler. Çantalar açılıyor, kurabiyeler, pastalar çörekler eşliğinde sohbete başlanıyor. Çocuklarda kendi aralarında anne baba diye bağırıp durmadan oynuyorlar. Bizimki de kaynaştı hemen.
Yenilenleri görünce daha bir acıktık elbette. Yolda gördüğümüz ilk dönercinin kapısına yanıştık, bisikletleri görebileceğimiz bir yere park edip, daldık içeri. Tabakta ne var ne yok süpürdük. Köyün eski evlerinin manzarasında.
Yoldayken tarih gün kavramını yitiririz genelde. Yetişilecekler ve yapılacaklar listesi yoktur. Ama günlerden bayramdı bugün bunu biliyorduk. Bayramda aileler bir araya gelir ve sevgi çoğalır. Türk aile görsek yaşlıların ellerine sarılıp öpecek kadar duygusal konumdaydık. Severiz bayramlaşma geleneklerini. Türkiye’deki ailelerimize birer bayram mesajı gönderiyoruz.Gülen yüzü de unutmuyoruz.
Wolsfburg’a yaklaştıkça Volkswagen marka arabalar sebil etrafta. Sanki bedava dağıtılmış gibi. Wolfsburg İkinci Dünya Savaşı’nda ( 1938 ) Volkswagen ( halk arabası ) marka arabalarının üretimi ve çalışan isçilerin kalması için kurulmuş. İsminin anlamı kurt kale. Hitlerin kurt sevdasının bir ürünü olduğu bilinir. Şehrin dışından merkeze doğru yaklaştıkça dev gibi iki kula çarptı gözümüze. Tibet Çınar ile burası hakkında uzun uzun konuşmuştuk gelmeden. Tekrar tekrar sordu yolda “ Ne zaman geleceğiz? Kaç araba sığıyormuş? Kuleler ne kadar yüksekmiş ? ” Günde 3700 araba üretilen bu fabrikada, araçların 400 tanesi otomatik robotlar tarafından bahsettiğimiz bu kulelerde depolanabiliyormuş. Bu kuleleri, izleyenler görevimiz tehlike 4 filminde, Tom Cruise içinde atraksiyonlar yaparken hatırlayabilirler. Asansörlerle yerleştirilen arabalar burada iki gün durduktan sonra gidecekleri yere gönderiliyorlar. Burada yorgunluk mu atıyorlar acaba. Sonuçta her biri 810 bin farklı parçadan oluşuyor.
Yukarıdaki fotoğraf www.eurocarnews.com ‘dan alıntıdır.
Kulelerin hemen karşısında küçük bir gölün yanında kampingi görünce basıyoruz pedallara. Soner çadırı kurarken, oğlum ve ben gölün serin sularına atlıyoruz. Karşı kıyıda kurulan sahnede ise eğlence tam gaz. Müzik eşliğinde biz de dans ediyoruz sahilde.Sabah şehirden ayrılırken isminden Türk olduklarını anladığımız fırına giriyoruz. O da ne? Bak-la-va.Hem de bayramın ikinci günü daha. Kutlama başlasın.
Yollar aktı tekerleklerimizin altında, şatoları, köyleri geçtik. Kah durduk anı yaşadık, kah bastık pedallara. Öyle bir sürpriz sundu ki yol bize.Oğlumun çok sevineceği anlara tanıklık edecektik yine. İtfaiyeciler festival için toplanmışlar, çoluk çocuk eğleniyorlar. Ne eğlenmek hem de!
Eksik kalmıyoruz bizde. Hortumlarla yapılan bir oyuna Tibet Çınar’da katılıyor. Küçüklüğünden beri itfaiyeci olmak isteyen oğlumuzun keyfine diyecek yok.
Asel yakınlarında sıkı bir sağanak yağmur geçiyor üzerimizden. Hava karardıktan sonra da dinmiyor. Sabah da yağıyor mübarek. Hameln yakınlarında çadır kurduğumuz da yüzünü gösteren güneş sonunda bizi sevindiriyor. Artık biraz kuruma zamanı.
Tibet Çınar kamptaki çocuk parkında bulduğu bisiklet ile turlara başlıyor kamping içinde. Bu bisiklet sayesinde kontra pedal ile de tanışmış oluyor ve kısa sürede çok güzel kullanmaya ve kaydıra kaydıra gezmeye başlıyor dört bir yanda.
Sabah çadırı toplayıp düşüyoruz yollara. Behrensen köyünün ardından hedef Hameln. “Fareli Köyün Kavalcısı” hikayesinin yaşandığı şehirmiş burası. Biz de bu kavalcının izlediği patikaya sapmış olacağız ki, kuş uçmaz kervan geçmez yollarda hırpaladık kendimizi. Dün yağan yağmurun da etkisi ile tekerlekler çamur oldu taştı.
Hameln sokaklarını koklayıp, farelerle hoşbeş edip Bielefeld’ e döndürüyoruz rotamızı.
Bielefeld 1015-1036 yıllarında kurulmuş eski bir şehir olmasına rağmen eski bina sayısı çok fazla değil, çünkü şehir 2. Dünya savaşında çok zarar görmüş. Bielefeld 16. Yy da parlayan Ravensberg keten dokuma sanayisinin merkeziymiş. İpek, pelüş dokuma fabrikalarının haricinde bir de bildiğimiz Dr. Oetker in kuruluşu da burada gerçekleşmiş. Dr. Oetker in ilk kullandığı laboratuar, müze olarak gezilebiliyor. 340 bin kişiden, 19 bininin Türk olduğu bu şehirde, arada bir ülkemizde hissediyoruz kendimizi. Mağazlar, lokantalar konuşmalar hep tanıdık. Şehrin en sevdiğimiz yerlerinden birisi de, şehir merkezindeki skatepark. Bisikletli ,kaykaylı onlarca genç becerilerini sergiliyor bu parkta. Hele 7-8 yaşlarında bir velet vardı ki izlemeye doyamadık. Küçük bir kaza da atlattı biz oradayken. Bir kaç dakikada iyileşip tekrar sürmeye başlayınca rahatladık.
https://www.youtube.com/watch?v=OuKNq7zGHY0
2 gün kaldığımız Bielefeld’le vedalaşıyoruz. Şehrin biraz dışında Almanya ‘da görmeye alışık olduğumuz bir yerle karşılaşıyoruz. Türkiye’de karşılığı, dalından kopar olan bir bahçe burası. Böğürtlen ,çilek, günebakan ve toprak alabiliyorsun bu bahçeden. Görevli bile yok bazı bölümlerinde. Alacağın ürünün fiyatı yazılı bir tabela ve kumbara var tarlada. Fiyatının hesaplayıp ,kumbaraya parayı atıveriyorsun.
Güneş panelleri ile kaplanmış arazilerin bir kaçını mutlaka görüyoruz gün içinde. Aklımızda bizim kendi evimizin çatısını panellerle kaplayacağımız güzel günün hayalleri canlanıyor. Türkiye’nin öncü güneş enerji ve rüzgar santralleri şirketi Enisolar ile 2016 ilkbahar aylarında kendi elektiriğimizi kendimiz üretiyor ve artan kısmını da sisteme geri satıyor hale geleceğiz. Özellikle bizim turda olduğumuz ve sera gazı salımı yapmadığımız temmuz ağustos aylarında evde tüketim sıfır olduğunda üretilen elektrik sisteme + olarak geçecek ve böylece dünyaya açtığımız deliği kapatmak için biz de ailecek üzerimize düşeni yapmış olacağız.
Rotamız Hagen şehrine doğru devam ediyor. Yolda gördüğümüz Hindu tapınağı bizim için büyük bir sürpriz oluyor. Tibet Çınar doğmadan önce yaptığımız Hindistan turunu hatırlıyoruz. Tibet Çınar ile tapınaktaki anıtların üzerindeki figürler hakkında uzun uzun sohbet ediyoruz. Tibet Çınar geçtiğimiz yıllarda yolculukta uyuması gerektiğinde römorkunu kullanırdı. Ancak bu yıl artık römorkuna sığmadığı için römork taşımıyoruz. Zaten artık daha az öğlen uykusu uyuyor.
Öğle uykusu için nasıl bir çözüm buluruz, römorka ihtiyacı olur mu diye endişelenmiştik en başta. Fakat o kendince çözümü buldu. Çok kısa olmakla birlikte weehoonun içinde kafasını arkaya yaslayarak ve ayaklarını da pedallara ya da weehoonun orta demirine koyarak uyuyabiliyor. Bebekliğinden bu yana uyumadığı mekan, iklim, hava şartı, yer, zemin, saat kalmadığı için bu konuda artık çok rahatız.
Hagen’den sonra tırmanış ve yağış karşılıyor bizi.Hava çok soğuyor ve yağmurla birlikte şiddetli rüzgar esiyor. Tibet çok üşüdüğünü söyleyince birkaç kapı çalıyoruz. Ama kimsecikler yok. Araba gibi değil bu iki teker. Öyle ha deyince konfora ulaşamıyorsunuz. Altı üstü ısınacak bir yer istiyoruz ama ulaşmak için pedallamaya devam . Akşam üzeri Çinliler’in işlettiği bir otel imdadımıza yetişiyor. Tibet’imiz, canımız mutsuzsa, yol bitmez teker dönmez oluyor. Sıcak bir oda ve duşun ardında canlanıyor bizim kuzu.
Sabah, Elberfelder çıkışından şöyle bir dünkü rotayı süzüyoruz.Hava güneşli,yollarda vızır vızır bisikletliler. Biz de gaza geliyoruz. Son model, spor bir arabaya yarış bile teklif ediyoruz.
Hablinghausen’ de pedal çevirdikten sonra Wuppertal’ doğru devam ediyoruz.
Wuppertal,Almanya’nın Nordhein-Westfallen eyaletinde bulunan küçük bir şehir. Wupper nehrinin kıyısındaki vadide kurulu olan bu şehir, tekstil endüstrisinden dolayı şavaşta çok bombalanmış. İzlemeye doyamayacağınız bir manzarası var.Dünyaca ünlü “Pina Baush” dans tiyatrosu da bu şehirdeymiş. Eski tren yolunu kullanarak yaptıkları bisiklet yolu üzerinde pedal çeviriken tünellerden geçip vadinin tepelerinden şehri seyre dalıyoruz. Tren istasyonları ise bike cafelere dönüştürülmüş. Tibet Çınar, dedesiyle ninesiyle paten kayan bisiklet kullanan onlarca çocuğa el sallıyor gün boyu.
https://www.youtube.com/watch?v=ugcZUJ-AVoQ&feature=youtu.be
https://www.youtube.com/watch?v=mft3tW2LzKU
Daha önce karşılaşmadığımız bir trenle de karşılaşıyoruz Wuppertal’da. Havada asılı rayların üzerinde giden bir tren bu. “Schwebahn” buraya ait bir sistemmiş zaten.
Wuppertal ‘dan sonra Leverkusen’e doğru dönüyor tekerleklerimiz. Leverkusen,kimyasal madde,ilaç ve fotoğraf filmleri üreten BAYER AG.tesislerinin bulunduğu şehir. Şehrin girişi ve çıkışı fabrikalarla dolu. Biz Köln ‘ e doğru devam ediyoruz .Leverkusen ‘i hiç gezesimiz yok. Tibet Çınar’ın kuzeni Can için, Leverkusen futbol takımı bayrağının fotoğrafını da çekiyoruz ayrılmadan.
Köln uzaklardan bizi selamlıyor. Ren nehri ile kucaklaşıyoruz. Lüksemburg ve İsviçre’ye kadar yoldaşlık edecek bu nehir bize.
Klön’e ait bölümü “Bisikletle Köln” yazımdan inceleyebilirsiniz.
Gayet akıcı bir diliniz var.Bulunduğunuz yerin özelliklerinden,güzelliklerinden daha fazla bahsederseniz bence iyi olur.Slm
Merhaba,
Güzel sözleriniz için teşekkür ederiz. 🙂
Sonraki yazılarımızda dikkate alacağız.
Selamlar…
doğal olmak,yaratıcı olmak,paylaşmak,kendine güven ve cesaret…HARİKA
Ali Hocam,
çok teşekkür ederiz,
harika yorum. 🙂
Selamlar…
Harikasınız. İlham oldunuz üç oğlumla gezmek zor olabilir ama bisiklete mutlak suretle başlıyoruz. Sevgiler koskocaman.
Meral Hanım, merhaba.
Teşekkür ederiz.
3 oğlan büyük cesaret. 🙂
Umarım başladınız bisikletli gezginliğe,
3 çocukla olan maceralarınızdan biz de faydalanmak isteriz.
Bizden de dev sevgiler…
Merhaba tesadüfen sayfaniza rastladim. Harikasiniz!!kiskanmadim desen yalan olur . Hep hayalim bu sekilde buna benzer bir bisiklet turu yapabilmek. Küçücük bir cocukla onca yolu bisikletle turlayabilmek cesaret ister. Tebrik ediyorum sizleri. Bol ve keyfli sürüşleriniz olsun. Esen kalin:)
Merhaba Birsen,
güzel sözleriniz için teşekkürler.
Kıskanmak yerine “imrenmek” diyelim mi? 🙂
Biz asıl cesaretin, bir çocuğu eve kapatmak olduğunu düşünüyoruz.
Serilip gelişmesi, büyüyüp olgunlaşması için doğaya, dışarıya ihtiyacı var çocukların.
İyi dilekleriniz için teşekkürler,
esenlikler dileriz.