2007 İran-Pakistan-Hindistan Bisiklet Turu
İran: Kabuğunu kırmak için sabırsızlanan asırlık yumurta
Doğu yolculuğumuz Doğu Beyazıt’tan Ağrı’ya selam durarak başlıyor. İlk kez bir sınırdan geçeceğiz ve bunu çeşitli büyüklüklerde 9 tane çanta takılı bisikletlerimiz ile yapacağız. Türkiye tarafında bizi uğurlayan tek şey, görevli polisin şaşkın bakışları. İran tarafında dağcılık lisanslarımızı gösterdiğimiz asker yanındakine “Kühneverdi” ( Dağcılar ) diyor. Dağcılık İran’ın milli sporu ve her zaman el üstünde tutuluyor. Dönüp Ağrı’ya son kez bakıyoruz. Artık İran’dayız.
İran’da gölgede bir mola.
Güzel ve geniş yolları, bisiklete saygılı şoförleri, neredeyse her akşam evlerine davet eden konuksever insanları ile İran bize anlatılan “öcü İran” değildi. Gerçektende önyargısız değerlendirildiğinde İran Anadolu’dan çokta farklı değil. Akdeniz turumuzda, “Yumurta pişiren sıcaklar” altında, Göcek geçidine tırmanmadan önce ayranını içtiğimiz Halime Teyze’nin fikri de zikri de sınırın öte yanında devam ediyor. İranlılarda, Anadolu insanı gibi, yolda kalmışa, aciz ve zor durumdakine, ( bisiklet dışarıdan bakıldığında nedense böyle bir duygu oluşturuyor bir şekilde ) yardım için, ellerinde o an ne varsa paylaşmak istiyor. Bazen sadece soğuk bir bardak suyu, bazen bir dilim meyveyi, bazen de kornaları ile iyi dileklerini paylaşıyorlar bizimle.
Doğubeyazıt – Tebriz arası çok kurak. Gittikçe güneye kaydığımız için her gün daha da ısınıyor hava. Tebriz tam bir Azeri şehri, yediklerimize de, yaptığımız alışverişe de para ödetmiyor hiç kimse. Meraklı bir kalabalık la beraber dolaşıyoruz çarşıda. Erkekler bana sarılıp İbrahim Tatlıses, Ahmet Kaya, İsmail YK kasetleri isterken, kızlarda İnci’ye ürkekçe yaklaşıp rahmetli, sürme gözlü Barış Akarsu’nun ölümünden duydukları üzüntüyü dile getiriyorlar.
Tebriz – Erdebil arası yolumuz dikleşiyor. İran’ın yüksek dağlarından Sabalan’a selam verip, kuzeye Hazar Denizi’ne doğru tırmanıyoruz. Azerbaycan sınırı ile aramızda sadece bir nehir kalmışken yükselişimiz son buluyor. 1480 metredeyiz.
Buradan 45 km sürekli inerek Hazar Denizi’ne ( 0 rakım ) ulaşacağız. İnişe başlar başlamaz : “Aaa! Karadeniz’e mi geldik diye düşünüyoruz? “ Sık ve yeşilin bin bir tonunu barındıran ormanlar, arada içinden geçtiğimiz bulutlar, yol kenarlarında satılan kovan kovan ballar, her şey çok tanıdık ve bizdenmiş gibi geliyor.
İnişin son 5 km’sinde bir otobüsün sıkıştırması ile düşüyoruz. Buna rağmen, sadece bu harika inişi yapmak için bile tekrar gidilebilir İran’a. Astana şehrine varamıyoruz o gün. Kaza yaptığımız yerin yakınındaki evlere kalacak yer sormaya başlıyoruz. Bu sırada yanlışlıkla sınırın Azeri tarafına geçtiğimizi de sonradan anlatıyor köylüler.
Hazar Denizi kıyısında bir tarafımız deniz, diğer taraf orman sürüyoruz birkaç gün boyunca. 152 km ile günlük km rekorumuzu kırıyoruz burada. Karadeniz kadar yeşil hazar kıyısını, kivi bahçelerini, İran’ın en büyük limanlarından Bandar Anzali’yi geride bırakıp yeniden kurak güney kesime; Tahran’a geçiyoruz.
Tahran şehir içinde trafik tahmin edileceği gibi korkunç. Yollar çok geniş olmasına rağmen trafik sıkışıp kalıyor sürekli. İstanbul’da çok korna çalınıyor diye düşünüyorsanız, Tahran’da fikrinizi değiştirirsiniz. Hindistan’a gittiğinizde ise geri dönüp Türk şoförlerinin omuzlarında ağlamak istersiniz. Tahran’da en çok şaşırdığımız bir başka şey ise, başka hiçbir yerde görmediğimiz kadar fazla sayıda, bayan çantası, gözlüğü ve ayakkabısı satan işyeri bulunması oluyor.
İran tarihi eserlerini korumayı nispeten başarmış bir ülke.Tarihi eserlerin yanından bisikletlerimizle geçerken bir zaman tünelinde ilerliyormuş gibi oluyoruz. Bir gün, tüm yaz tatilimizi İran’a ayırmak üzere kendimize söz vererek, o güne kadar yanlış tanı(tılan)dığımız komşumuzdan ayrılıyoruz.
Pakistan : “ Pakistan, Pakistan güzel Pakistan”
Pakistan’ın süslü kamyonları
Dost ve kardeş ülke Pakistan fikri çocukluğumun şarkıları arasında hafızama takılıyor. “ Pakistan, Pakistan güzel Pakistan”. İslamabat, geniş yolları yeşillikler içinde parkları, modern alışveriş merkezleri, çevredeki lüks araç trafiği ile Pakistan’ın yeni ve gelişen yönünü simgeliyor. Başkentte yoğun bir inşaat faaliyeti göze çarpıyor.
Elimizde Lonely Planet’ın Pakistan kitabı dolaşıp duruyoruz. Karşıdaki beyaz binayı tanıyorum. İşte evet sonunda bulduk. İşte Pakistan meclis binası. Aslında bu binayı aramıyoruz. Nereyi mi arıyoruz ? Pakistan meclis binasının tam önünden geçen caddeyi. İşte bulduk ve tatlı bir gurur kaplıyor içimizi. Çünkü caddenin adı “Atatürk Caddesi”. Mustafa Kemal Atatürk’ün adı verilen caddedeyiz.
İslamabat’ta mneclise giden cadde.
Yanımızda duranlar korna çalıyorlar. Türk, Türk diye bağıranlar da oluyor. Pakistan daki eğitimli herkes Türkiye’den haberdar. Sınır polislerinden yoldaki vatandaşa, kamyonculardan sokaktaki satıcıya kadar herkes için Türkiye kelimesi hem geçmişteki dostluğu hem de yakın zamanda yaşanan deprem felaketinde Türkiye’nin yaptığı ciddi yardımları hatırlatıyor. Türk bayrağını da tanıyor ve “Strong ( Kuvvetli ) Türk” deyimini kullanıyorlar. Atatürk caddesinde bol bol fotoğraf çekip, çadır kuracak yer aramaya başlıyoruz.
Lahor, Badashi Camii
Aynı günün birkaç saat sonrasında, 30 metre kadar arkamda 15 kişinin ölümüne yol açan Taliban intihar saldırısı sadece bir şanssızlık olarak değerlendirilebilirse de, İslamabat dışındaki şehirlerde gördüğümüz pislik, koku, derbeder ve geri kalmış görüntü gerçekten çok üzücü.
Pakistan’da nefes almak çok zor.
Pakistan’dan ayrılırken yine de bunları değil. Evinde konuk olduğumuz emniyet müdürü Seyit’i ve küçük kızları Azime ile Fatma’yı, yaşlı anne ve babasını hatırlıyor ve gülümsüyoruz.
Dört bir yanı zillerle kaplı, üzerinde yüzlerce figür boyalı, gece ayaklı bir diskotek gibi ışıl ışıl yanarak gezen kamyon ve otobüsleri unutmak zaten mümkün değil.
Kamyonların alt kısmında dansözlerin taktığı zillerden var. Yollardaki dansözler:))
Toz toprak içinde de olsa beyaz entarilerinden, gözlerindeki sürmelerden ve saçlarındaki özel yağdan vazgeçemeyen erkekler, sokakta olmamaları ile dikkat çeken kadınlar, acılı ve bol baharatlı yemekler de Pakistan dan ayrılırken aklımıza takılan diğer ayrıntılar.
Hindistan- Pakistan sınırı
Hindistan: Bisiklet zili ile bile dans eden halk.
Alltın Tapınak-Golden Temple
Sih çocukların sacları doğduğu andan itibaren kesilmiyor.
Hindistan ile ilgili turizm broşürlerinde bir slogan olarak “İncredible İndia” ( İnanılmaz Hindistan ) yazıyor. Gerçekten de inanılmaz bir yer. İnanılmaz olan, müzik, din, iklim, bitki örtüsü, yaşam biçimi, insan çeşitliliği gibi turistik ilgiyi cezbeden şeyler değil sadece.
Hindistan’da karşımıza çıkan masal kahramanı.
Delhi, Paharganj caddesi
Trafikteki kargaşa ve kaos ortamı, bir malın size ilk teklif edilen fiyatı ile pazarlık sonucu aldığınız fiyatı arasındaki fark, bizim mecburen kullandığımız benzinlik tuvaletleri, lastik onarırken etrafımızı saran kalabalık, bir filin fotoğrafını çektiniz diye sizden istenen servet değerindeki para, insanların tüm yoksulluklarına rağmen mutlulukları, yol kenarında yürüyerek tapınağa giden insan gurubuna bisiklet zili çaldığınızda yaşanan coşku ve sevinç, aynı Hint filmlerindeki gibi birden dans etmeye başlayan kalabalıklar, maymun – fare tanrı heykelleri, hırsızlık öğretilmiş maymunların çantanızı açmaya çalışması, gördüğünüz her şey ve yaşadığınız her gün gerçekten inanılmaz.
Muson yağmurları
Delhi’deki evsizlerden biri
Agra,Taç Mahal