Bisikletle Almanya-Danimarka-İsveç Turu (Vol1)
/Hamburg’tan başlayan turumuz 2 ay sürecek ve yol bize nerede yeter derse orada bitecek. İznik’ten İstanbul’a taşıyoruz önce bisikletleri ve malzemeleri. Sonra ise hava alanı macerası başlıyor. Bu kadar yük kimsede yok, gören şaşkına dönüyor. Weehoo da Hamburg’ta bekliyor bizi. Bir bakan bir daha bakıyor haklı olarak. Bisiklet turunun en zor kısmıdır ekipmanlarınızı tur yapacağınız yere nakletmek.
Bisikletimi uçakta nasıl taşırım konusundaki yazı için link burada.
Kervanın yükü.
Bu kadar yükü kim alır?
Uçağımız indiğinde arkadaşımız Hasan karşılıyor bizi. Arkası kapalı büyük bir araç kiralamış bizim yüklerimizi taşımak için. Düşünün işte o derece. Eve yerleşip yanımızda getiremediğimiz birkaç malzeme satın aldıktan sonra bisikletleri kurmak için bahçeye seriliyoruz.
Montaj işi bitince deneme turlarının ardından Hamburg keşfi başlıyor. 2008 yılında bu şehirden geçmiştik ancak gezme fırsatımız olmamıştı. Acısını çıkarıyoruz. Hamburg, diğer Alman şehirlerinde olduğu gibi bisiklet kültürünün çok yaygın olduğu bir kent. Almanya’nın dünyaya açılan kapısı olarak anılır. Sebebi ise; Roterdam’dan sonra Avrupa’nın en büyük limanına sahip olması . Hamburg, Alster, Bile ve Elbe nehirlerinin kesiştiği bir yerde kurulmuş.
Hamburg’ta bisiklet kiralama noktaları.
Hamburg Limanı
Biz, Elbe Nehri kıyısındaki bisiklet yolunu kullanacağız uzun süre. Nehirler Hamburg’u yüzlerce parçaya bölerek denize döküldüğü için,şehirde 2500den fazla köprü var. Sadece motorlu araçların geçmesine izin verilen bir köprüye denk gelme olasılığınız çok yüksek, o yüzden bisiklet yollarını iyi takip etmek gerekiyor bu şehirde. 2008 de başımıza geldiği için bu sefer dikkatliyiz biz. Hamburg şehir merkezindeki bisiklet tabelaları bizi Elbe kıyısına getiriyor. Elbe Nehri bisiklet rotası
Rotamız
Almanya’da son derece tanınmış olan bu yol üzerinde onlarca kamp alanı ve pansiyon mevcut. Nehrin bereket saçtığı kafamızı çevirdiğimiz her yerden hissediliyor. Çayırlardaki otlar çoşmuş resmen. İnek, koyun , tavuk çiftlikleri çok fazla. Molalarımızın büyük kısmı bu çiftliklerde geçiyor haliyle.
Bisiklet yolunu işgal eden koyunlar.
Koyun istilası:))
Mola anı.
Kendi ürettiği ürünleri satan çiftlikler
Çadır kurmak içinde çiftlik bahçelerini seçiyoruz. İzin verirlerse hayvanları beslerken çiftlik sahiplerine yardımcı oluyoruz.Anlayacağınız bir kaç kirli işe de bulaştık:))
Bir çiftliğin bahçesine kurduğumuz çadırımız.
Çiftlik çalışanı:))
Baltık Denizi ile Kuzey Denizi’ni birbirine bağlayan Kiel Kanalı, (Nord Ostsee Kanalı) Elbe Nehri ağzındaki Brünsbüttel’den başlıyor. 98 km uzunluğunda olan bu kanal, iki deniz arasındaki en kısa ve en ucuz yol olduğu için uluslararası deniz taşımacılığı için çok önemli. Danimarka çevresini dolaşmak yerine buradan bir kanal açmak 1880’ lerin başında aklına gelmiş Almanların. Kuzeye gidecek savaş gemilerini kestirme bir yol açmak amacıyla yapılmış en başta. Elbe Irmağı ağzındaki Brünsbüttel’e varınca kalabalığın aktığı yöne doğru ilerleyip, kanalı aşmak için kullanılan merdivenleri tırmanıyoruz ve karşımıza çıkan 103 metre genişliğindeki bu insan gücüyle yapılan kanalı görüyoruz.
(www.takederindustriekultur.-hamburg.de sitesinden alıntıdır.)
Yol boyunca bilgilendirme tabelalarını inceliyoruz. Friedrichskoog ve çevresi fokların üreme alanı. Bu sebeple doğa turizmi açısından önemli. Küçücük kasabalarda bile pek çok pansiyon ve eğlence alanları mevcut. Dev bir balık şeklindeki oyun parkını görünce mola veriyoruz hemen.
Elbe’nin, Kuzey Denizi ile buluştuğu nokta olması sebebiyle nehirlerin taşıdığı ve denizin geri ittiği alüvyon miktarı çok fazla bu bölgede. Bunu dengelemek, gel git sırasında kıyı setinin zarar görmesini engellemek, kuşların avlanacağı bölgeler oluşturmak için bataklık alanın içine odunlarla setler yapılmış. Kıyı boyunca bu çamur deryasında dalan çıkan o kadar çok Alman görüyoruz ki denemeden edemiyoruz. Bir kirli işe daha bulaşmış oluyoruz böylece. Dizimize kadar çamura battıktan sonra kıyıda temizlenmek için yapılmış onlarca çeşmeden birinde yıkanıyoruz. Verdiğimiz çamurda yüzme molasının ardından gelen park molası ve öğle yemeği ile Tibet keyifli saatler geçiriyor.
Hamburg’tan başlayan turumuzda Elbe’yi de geride bırakıp deniz kıyısından, Danimarka sınırına doğru devam ediyoruz. Hava çok güzel ve insanlar güneşlenip birazda çamurlanmak için bu bölgeyi seçmişler. Sohbet ederek ilerlediğimiz bir anda, iki amca şaşkın bir şekilde yanımıza yaklaşıyor. Türkçe konuşmamız dikkatlerini çekmiş ancak pek de inanamamışlar. Türkiye’den geldiğimizi öğrenince kendi yavruları gibi sahipleniyorlar bizi. Ayaküstü sohbet ediyoruz. Yetmiyor, peşlerine takılıp yakındaki bir kafede birlikte soğuk bir şeyler içip sohbeti daha da koyulaştırıyoruz. Türkiye ve Almanya’daki Türkler ile ilgiliydi tüm konuştuklarımız. Onlar yakındaki kasabadaki evlerine biz de Büssum’daki bir kampinge doğru pedal basıyoruz.
Kamp alanları çok fazla olduğundan konaklama sorunu yaşamıyoruz. Kamplarda tıpkı Hollanda’daki gibi her ayrıntı düşünülmüş. Çamaşırhane, mutfak, oyun salonu, çocuk parkı ve tertemiz duşlar her kampta standart. Northsee Camping’de otağımızı kuruyoruz biz de. Kaldığımız kampın bulunduğu kıyı denize girmek içinde uygun bir yer. O yüzden çok kalabalık. Almanlar’ın güneşten,kumdan ve yağmurdan korunmak için ürettikleri ve strankorb adını verdikleri plaj koltuklarından var her yerde. Plajı gezip, parklarda oynayıp, güneşle vedalaşıp dönüyoruz çadırımıza.
Akşam yemeğin erişte ve yoğurt var. Sabah kahvaltımız da ise bir kuş sütü eksik. Bulaşıkları yıkamak için, oğlumla dalıyoruz hemen kampın mutfağına. Hiç acelemiz yok, yetişecek trenimiz ya da uçağımız da yok. Geç kalırsak otobüs kuyruğunun en sonuna da kalmayacağız ne de olsa. Köpürte köpürte yıkıyoruz ve sonra kuruluyoruz bulaşıklarımızı. Sonra otağımızı toplayıp düşüyoruz yine yollara.
Bu bölge, göçmen kuşların göç yollarındaki önemli bir durak aynı zamanda. Yüzlerce kuş çeşidinin anlatıldığı tabelar, gözlem kuleleri ve 1 euro ile çalışan dürbünler mevcut bisiklet yolu üzerinde. Çoluk çocuk, genç yaşlı kuş gözlemcilerinin onlarcasını görüyoruz gün içinde. Gözlem kulelerine tırmanıyoruz, gördüğümüz çeşit çeşit kuşun fotoğrafını çekiyoruz, dürbünlerle etrafı izliyoruz ama en çok da bir avuç yere ne kadar çok ziyaretçi geldiğine ve kendi doğal kaynaklarına ne kadar da çok sahip çıktıklarına hayret ediyoruz.
Hep rüzgara doğru sürüyoruz Kuzey Denizi ile kavuştuktan sonra. Rüzgar tirübünleri fırıl fırıl dönüyor. Hava kararmaya başlayınca sıcaklıkta iyice düşüyor ve rüzgarla savaşan biz garip yolcular epeyce yoruluyoruz haliyle. Akşam yaklaştıkça bizim gözler faltaşı gibi açılıyor yakınlardaki kampingi görebilmek için.
Kampa kayıt yaptırdıktan sonra çadırı kurarken iki şeye dikkat ediyoruz genellikle. Birincisi çocuk parkını uzaktan da olsa görmesi ikincisi ise, elektrik prizine yakın olması. Şarj edilecek çok malzememiz var ne de olsa.
Kaldığımız kampta 40 yaşlarındaki bayan turcu ile tanışıyoruz. Kullandığı malzemeler ve bisikleti o kadar eski ki yaptığı kilometreleri duyunca inanamıyoruz. Yolculuğun ekipmanla alakalı olmadığının en büyük kanıtıydı bize göre.
Dabegüll’e vardığımızda hafta sonu olduğu için, akınlar halinde vapurlara doluşan bisikletliler ile karşılaşıyoruz. Hedefleri, yakındaki adalara gidip biraz yüzüp bolca pedal çevirmekmiş. Hafta sonu demek, spor yapmak ve kendini mutlu edecek faaliyetlerle uğraşmak demek bu memleketlerde. Evde yatmak yok.
Siz aşağıdaki fotoğrafta kaç bisiklet görüyorsunuz?
Bu bölgeden sonra Denizden yavaş yavaş uzaklaşıyor bisiklet yolu. Küçük köylerden ve at çiftliklerinin yakınından geçiyoruz. Kıyıdan uzaklaşmak bir yandan da iyi geliyor bize rüzgar daha az çünkü. Neukirchen yakınlarında çok fazla fotoğrafçı ile karşılaşıyoruz. Gün batımı çekimlerinin en iyi yapıldığı yermiş bu alanlar. Kıyıya yakın olan adacıklara trenler kalkıyor. Adayı tren yolu ile kıyıya bağlamışlar yani. Yolcular, trenlerin üstündeki araçlarında oturuyorlar mesafe çok kısa olduğu için. Sylt’daki plajların fotoğraflarını görmek ağzımızın suyunu akıtsa da yola devam ediyoruz.
Rosenkranz’ı da geride bırakıp Rudbol’daki kampinge yerleşiyoruz ve güneşi bu sefer Danimarka’da uğurluyoruz.
Not: Bu yazı,2013 yılının temmuz ve ağustos aylarında, Tibet Çınar 4 yaşındayken yaptığımız Almanya, Danimarka ve İsveç bisiklet turumuzun ilk bölümüdür.
yeni kitabı sabırsızlıkla bekliyoruz.
Biraz daha demlensin bakalım.
Yeni turdan sonra çıkmış olacaktır.