Bisikletle Almanya, Lüksemburg ,İsviçre Turu Vol.2(2015)
/
Berlin’den başlayan yolculuğumuz; Köln, Koblenz, Lüksemburg, Basel üzerinden İsviçre – İtalya sınırındaki en uzun ve en yüksek 3. karayolu geçidi olan Grand Saint Bernard ( 2473 m. ) ‘a kadar devam edecek.
Köln’den ayrılırken yağmur uğurluyor bizi. Bonn yakınlarına güneş tekrar yüzünü gösteriyor. İki şehir arası tren ile 25 dk. Ancak Köln’ün yanında çok sakin bir şehir Bonn.40 yıl Almanya’ya başkentlik yapmış olan bu şehre ağır ağır yaklaştıkça, fabrikaların fazlalığından, üretimin büyüklüğü hissediyoruz. Bisiklet yolu şehir boyunca, Ren Nehrinden uzaklaşarak iç kısımlara doğru giriyor. Sebebi sanayi bölgesindeki nakliye işlerinin Ren Nehri üzerinden yapılması.
Bisiklet yolu nehir ile yeniden buluşunca tabela sayısı da artıyor. Tabelalarda hem nehrin karşı kıyısı ile ilgili, hem de gideceğimiz yönle ilgili bilgiler mevcut. Bisiklet yolu, nehrin karşısında da devam ediyor. İsteyen bisikletliler ve araçlar, tekneler ile karşıya taşınıyor.
Nehir kıyısında mola vermek için durduğumuzda İtalyan bir aile ile tanışıyoruz. Baba ve kızı Como gölünün yakınlarından başlamışlar yolculuklarına. Milano yakınlarında oturuyorlarmış. Hedefleri Ren nehrinin denize döküldüğü yer olan Rotterdam. Kısa bir sohbetten sonra dost kıvamına geliyoruz. Onlar da bizim gibi Alp dağlarını aşmışlar. Bu güzel kızın bisikletinin arkasındaki bayrakları kendi elleri ile diktiğini öğrenince daha bir kanımız ısınıyor bu aileye. Adresler alınıp veriliyor, onlar yollarına devam ediyorlar biz ise kumda oynamaya devam ediyoruz.
Bu bölgenin en hareketli dönemine denk geliyoruz. Köln ve Basel arasında işleyen gemiler arka arkaya nehir üzerinde süzülerek gidiyorlar. Kuzeye gidenler,akıntıya karşı ilerledikleri için biraz zorlanıyor . Bu gemilerin büyük bölümü malzeme taşıyor, fakat bazıları şehirden, şehre birkaç saatlik turlar yaparken, bazı büyük cruise gemileri ise 10 numara 5 yıldız kıvamında. İçinde büyük SPA, spor merkezi olanları dahi var. Bir tanesine rastladık ki inanılacak gibi değildi. Gemi yanaştığında tekerlekli sandalyelerindeki ak saçlı, tonton yanaklı nine ve dedeler, özel yardımcıları sayesinde gemiden özenle indirilip şehir turuna götürmek için bekleyen özel otobüse biniyorlardı. İç geçirmemek mümkün değil.
Ren nehri Romalılar döneminde Avrupa’nın en önemli su yollarından biri olmuş. Ticari trafik açısından çok değerli olan bu nehir, Almanlar ve Fransızlar arasında sürekli bir çekişme konusuymuş. Nehrin üst kısımlarındaki Alsas Loren bölgesini herkes 1. Dünya Savaşı’nın anlatıldığı İnkılap tarihi konularından hatırlar belki de. Nehrin daraldığı yerler hakimiyet açısından önemli olduğundan bu noktalarda, denetimi sağlamak için kaleler ve şatolar yapmışlar çok miktarda. Her dönemeçten sonra uzaktan görünen bu şatolar yaklaştıkça daha da görkemli hale geliyor.
Yolumuz üzerindeki köprü çok önemliymiş. İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında Avrupa’da işgal ettiği yerlerden geri çekilmeye başlayan Alman kuvvetlerinin kullandığı Remagen Köprüsü’nün hikayesi bir filme dahi konu olmuş. Büyük çatışmalar sonucunda 7 Mart 1945’te ABD kuvvetlerinin eline geçen bu köprünün kaleyi andıran dev ayakları hala ayakta ve müze olarak gezilebiliyor.
Remagen yakınlarında kaldığımız kamptan kahvaltımızı yaptıktan sonra ayrılıyoruz. Ren nehrine dökülen Mosel nehrini takip ederek Lüksemburg’a doğru devam edeceğiz yolculuğumuza. Tibet Çınar Weehoo’sunda keyifli. Fotoğraf için komik bir poz veriyor.
Bazı kasabaların girişinde, özellikle turistlerin yoğun olduğu bölgelerde bisikletten inmek gerekiyor. Bu alanlardan yürüyerek daha da yavaşlayarak tarihe tanıklık ederek, doğayı hissederek geçiyoruz.
Köln’de buluştuğumuz Ren nehri, İsviçre’den Kuzey Denizi’ne uzanan yolculuğunda 4 ülkeden geçiyor. İsviçre, Fransa, Almanya ve Hollanda. Bu nehrin en özel yerlerinden geçiyoruz bu turumuzda.” Orta Ren Vadisi” adıyla bilinen Bingen ve Koblenz arası, “Romantik Ren Rotası” olarak anılan özel bir bölge. Ren nehri 120 metre yükseklikteki Lorelei Kayalıkları’nı oyarak nakış gibi işlemiş bu bölgeyi.
http://www.romantic-germany.info/Cycle-routes.4186.0.html
Koblenz, Mosel Nehri’nin Ren Nehri’ne kavuştuğu yerde yer alıyor. “Alman Köşesi” adı verilmiş bu yüzden. Tarihi 2000 yıl öncesine dayanan bu şehir, bisikletlilerin de buluşma notkası.
Ren Nehri’nden ayrılıp Mosel Nehri’ne girince üzüm bağlarının arasında ilerleyen bisiklet yolları karşılıyor bizi.
Gemi seferleriyle gelen turistlerin daha iyi vakit geçirmeleri için farklı aktiviteler yapılıyor bu bölgede. Bisiklet turları, şarap deneme turları, gurme temalı turlar sayesinde bölge daha iyi tanıtılıyor. Yerel halk kültürüne öyle sıkı bağlı ve bu durumdan öyle mutlu ve gururlu ki, bunu kaldığımız her köyde hissediyoruz. Mosel kıyısındaki ilk günümüzün sonunda Winningen’de konaklıyoruz.
Su taşkınları sık sık yaşanan bir durum bu bölgede. Evlerin duvarlarına su taşkınlarının yükseklikleri çizilmiş.
Winningen’de bizim gibi günü sonlandırıp kalacak yer arayan onlarca bisikletli ile selamlaşıyoruz. Yol kenarında oturduğumuz bir bankta önümüzden geçen renkli bisikletlilerin geçit törenini izliyoruz. Arkamızdaki binanın bir okul olduğunu öğrenmek ise, birer öğretmen olarak bizi daha derin düşüncelere sevk ediyor.
Sabah kahvaltısından sonra Winningen’den ayrılıyoruz. Mosel Nehri sihirli dokunuşlar yapıyor ruhumuza. Bir yanda Mossel, bir yanda üzüm bağları ile masal diyarında gibi yol alıyoruz. Sera gazı salımı yapmadan yol alan dünyanın en masum ulaşım aracı olan bisikletlerimizle burada olmaktan cok mutluyuz. Mosel’e bisiklet çok yakışıyor.
https://www.youtube.com/watch?v=Pp7Va08iSM0
“Mosel’in Kraliçesi” olarak anılan Cochem’e yaklaşırken uzaklardan bizi selamlıyor Reichsburg Kalesi. Binli yıllardan bu yana ayakta duran bu kale, Mosel bir kuğu gibi kıvrımlı boynuyla aşağısında yatarken onu koruyan bir şövalye gibi duruyor dev cüssesi ile tepesinde.
Mosel Nehri bu coğrafya ya bereket saçıyor. İnsanlarına da huzur vermiş adeta. Biz de yarı misafir olarak bu huzurdan nasibimizi alıyoruz. Her yerde spor yapan, kano kullanan, koşan, bisiklet süren yüzlerce gülen yüz ile karşılaşıyoruz.
Yolumuz, rotamız belli, Mosel bizim rehberimiz. Mosel çok sık kıvrımlar yapan ve her dönemecin arkasında güzel sürprizler barındıran bir nehir. Haritada gördüğümüz bir sonraki kasabaya doğru merakla ilerliyoruz. Akşam vakti de yaklaşıyor, kasabaya girince ilk iş kalacak yer bakıyoruz. Bisikletleri park ettiğimiz yerde motorları gören Tibet Çınar plakalarının hangi ülkelere ait olduğunu soruyor. Yatış zamanına kadar bu motorlarla ilgili sorular soracak ve hiç yorulmayacak Tibet Çınar.
Vardığımız kasabanın adı Zell. Eşyaları yerleştirdikten sonra Zell turuna başlıyoruz bu sefer yürüyerek. Hava kararmasına rağmen kapanmayan bir lokantaya doğru ilerliyoruz. Şahane bir servis ile Türk çayımızı da içiyoruz. Zell bizi mutlu etmeye doymuyor sanki. Hesabı da almıyor bizden lokantanın Türk sahipleri. Mütevazi bütçemize bir katkı.
Önceki turlarda Tuna Nehri’ni kaynağından Belgrad’a kadar binlerce km, Elbe Nehr’ini denize döküldüğü Hamburg’tan Prag’ a kadar farklı yönlerde iki kere geçmiştik. Ren Nehri’de yabancı değil bize. Buna rağmen Mosel’ in çok farklı bir tadı kalıyor içimizde.
Mossel Nehri km başına en çok kamping düşen yer olabilir büyük ihtimal ile. Burada gördüğümüz kadar karavanı, bir arada görmek mümkün değil büyük ihtimalle. O kadar çok, o kadar güzel ve yeni modelleri var ki. Bunlar arasında dev büyüklükte, arkasında minik arabaları taşıyacak kadar gizli depoları olan ve bizim cumbalı Türk evleri gibi, park ettikten sonra genişleyen modelleri var. Tam salon,salomanje . Muhakkak ki bir evden daha konforlu ve güzel.
Romalılar’ın dik yamaçlara taraça yaparak başlattıkları bağcılık kültürü hala devam ediyor. Almanlar bu bölgenin üzümlerinden yaptıkları şarapların dünyaca ünlü olduğunu söylüyorlar. İçlerinden eiswein şarabı en ünlüsüymüş. Toplanan üzümleri tepelerden indirmek için özel araçlar geliştirmişler. Bunun gibi ilginç şeylere bayılırız, hemen deniyoruz aracı.Köy geçişlerinden birinde ise, eskiden kullanılan bir şarap yapma makinasını görüyoruz.
Üzüm bağlarının taraça katları arasındaki patikalarda devam etmekte olan bir ultramaratona denk geliyoruz. Yeşil bağlar arasında renk renk formalı atletlerle karşılaşıyoruz sürekli.
Hava çok sıcak ve yüzme molası için uygun yer arıyoruz. Bulduğumuz en güzel noktada bir mola veriyoruz. Burası yapay bir göl. Aynı zamanda kamping ve bir oyun parkı. Tibet Çınar ördek misali dalıp çıkıyor serin suya.
Turumuzun ilk bölümünde anlatmıştım itfaiyeci şenliğini. Bir itfaiye etkinliğiyle daha karşılaşıyoruz. Göle düşen bir otomobil varmış gibi kurgulanmış tatbikat, tam da bizim yolumuz üzerinde. Çok sayıda insanın takip ettiği bu etkinliği biz de bir molaya dönüştürüyoruz. Gerçekten bu işin eğitimini almış insanlar, canla başla, can kurtaracaklarının bilinci ile çok ciddi ve disiplinli şekilde çalışıyorlar. İlk bakışta gerçek olduğunu sanmamak mümkün değil.
Mosel Nehri kıyısındaki her köyde yerel şarap üreticileri var. Hepsi markalaşmış. Aile geleneği, ata mesleği şarapçılık. Her köye ait bir de şarap festivali var neredeyse. Festivallerde, tadım turlarının ardından gece boyunca eğleniyorlar. Bir tanesine de biz denk geliyoruz. Köy meydanına kurulan tezgahlarda içilen şaraplar eşliğinde, müzik dinletileri yapılıyor. Almanya’nın her yerinde olduğu gibi burada da unutulmamış çocuklar. Oyun alanı kuruluvermiş hemen bir kenara.
Lüksemburg bayrağı dalgalanıyor nehrin öteki yakasında. Sınır geçişine yaklaşıyoruz. Geçtiğimiz köprünün karşı kıyısında küçük bir tabeladan anlıyoruz sınırı geçtiğimizi. Dikenli teller, duvarlar hele mayınlar ve askeri bir güvenlik yok. Hatta hiçbir kontrol yok.
Artık Lüksemburg topraklarındayız.
Mossel’i oluşturan ve içinde keyifle ilerlediğimiz nehir yatağından ayrılıp, bu derin vadinin kardeşleri diyebileceğimiz fakat bu sefer dikine kestiğimiz için sürekli inip çıkarak ilerleyeceğimiz tepelere doğru çeviriyoruz gidonlarımızı. Lüksemburg şehri akşam trafiği ile karşılıyor bizi.
Lüksemburg yazımızı buradan okuyabilirsiniz.
Tebrikler
Merhaba,
Teşekkür ederiz.
Selamlar…
Merhaba İnci Hanım
Ben konyadan yazıyorum. Paylaşımlarınız gerçekten hem bilgilendirici hem de cesaret verici oldu benim için. Emek çekip böyle bir blog hazırladıgınız için teşekkür ederim.
Merhaba,
Güzel sözleriniz için teşekkürler.
Ailemizdeki herkesin blogda emeği var. 🙂
Takip ve ilginiz için teşekkürler.